Dram - Gerilim

FİLLER VE ÇİMEN

Özet:
Filler ve Çimen birbirinden bağımsız gibi gözüken ama birbirini etkileyen altı ayrı hikayenin; rastlantılar sonucu bir araya gelip sık sık yön değiştiren altı ayrı kahramanın öyküsünden oluşmaktadır.Bu kahramanlardan bir tanesi olan Havva, yirmili yaşlarının başında uzun mesafe koşucusu milli bir atlettir. İstanbul’ın Asya yakasında başlayıp Avrupa yakasında son bulan Avrasya maratonuna hazırlanmakta, Avrasya maratonunu kazanıp atletizm kariyerini hem bir üst basamağa çıkarmanın hem de maratonun galibine verilen önemli miktarda para ödülünü kazanmanın hayalini kurmaktadır. Bunun yanısıra Havva’nın hayatında biri küçük, öteki büyük iki durum daha etkisini hissettirmektedir. Kendisi bir silgi fabrikasında işçi olarak çalışmakta; bir yandan da askerliğini yaparken yaralanmış ve sakat kalmış erkek kardeşini iyileştirmek için para aramaktadır. Havvanın erkek kardeşinin hayatını kurtarmak için sürdürdüğü para arama çabaları esnasında ona (ve dolayısıyla çalışamayacak haldeki erkek kardeşine) gerçek anlamda yararı dokunan en önemli yardım, İstanbul’da bulunan beş yıldızlı bir otelden gelmektedir. Oldukça mütevazi sayılabilecek bu yardımın mahiyeti, Havva’ya yiyecek katkısında bulunmak biçimindedir. Havva karşılığında otelin ve kumarhanenin logosunu göğsünde taşımaktadır.


Öte yandan Havva’ya yardımcı olan otel ve kumarhanenin sahibi Ali Bey ve oğlu Devrim, bir mafya babası tarafından kendilerine yöneltilen bir teklifi değerlendirme durumu ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu teklifi yapan kimse, bir uyuşturucu kaçakçısı ve aynı zamanda kamuoyunda saygın bir işadamı sıfatı ile tanınan Sabit’tir. Sabit, Ali Bey’den oteli ve kumarhaneyi kendisine satmasını istemektedir. Ali Bey Sabit’in teklifini geri çevirir. Bunun üzerine Sabit Ali Bey’i kiralık katiller ayarlayarak öldürtür. Bu sırada da cinayetin işlenme sebebinin mümkün olduğu kadar açığa çıkarılmamasına yarayacak bir organizasyon yapılır. Ancak katledilen Ali Bey’in oğlu Devrim, babasının Sabit tarafından öldürüldüğünü ve Sabit’in kumarhane ile oteli ele geçirmek için daha başka eylemlere girişebileceğini sezmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla babasından kendisine miras kalan otel ve kumarhaneyi Sabit’e karşı koruyabilmek için tedbir alma gereksinimi hisseder. Bu durum risk alma anlamına gelmektedir. Çünkü karşısındaki adam Sabit, birçok bakımdan güçlü bir insandır; uyuşturucu baronu sıfatı, ilişkileri ve maddi olanakları nedeni ile dolaylı, dolaysız kendisi için çalışan bir önemli isimlerin varlığı Sabit’in yaptırım gücünün dayanaklarını teşkil etmektedir. Bu nedenle Devrim, Sabit’i tek bir kişinin ya da kişilerin ortadan kaldıramayacağına karar verir. Aldığı bu karar onu bir başka yola zorlar. Sabit’i öldürmek ve oteli korumak için bir örgütün gücü ve lojistiğinden yararlanmanın en geçerli çözüm şeklini teşkil ettiğini düşünür. Gerçekten de Devrim, Sabit’in otele yöneli tehditlerini artırması sonucu ülkede eylemlerini sürdüren politik amaçlara endekslenmiş bir yeraltı örgütü ile ilişkiye geçer ve illegal olan politik örgüte para vererek oteli ve kumarhaneyi koruma altına almalarını sağlar.


Fakat otelin ve kumarhanenin Sabit’ten korunması için Devrim tarafından bu tedbirler alınmışken Sabit başını ağrıtan başka konularla uğraşmaktadır. Başını ağrıtan konu, o sırada görevde olan bir Bakana periyodik olarak yolladığı ‘olağan’ paranın Bakanın eline geçip geçmediği hususundan doğmuştur. Sabit, belli periyodlarla kendi emrindeki adamları kurye olarak kullanarak Bakana bağlı ve Bakan için çalışan bir tetikçi – ‘kontra’ya (Camoka) para yollamaktadır. Sabit ile Bakan arasında aracı görevini üstlenen Camoka, özel bir birlikte görev yaptığı iddia edilen, işlediği suçlar nedeni ile devletçe aranan, buna rağmen Bakan tarafından korunan birisidir. Ancak Camoka’nın özel ve kirli görevler üstlenmesi; onun arada sırada (şüphesiz ki para karşılığında) ‘ek kirli işler’ yapmasını da engellememektedir. Camoka Sabit’in Bakan’a yolladığı parayı ne yazık ki esas gitmesi gereken yere (yani Bakan’a) götürmez. Parayı Kolombiya’dan yüklü miktarda kokain getirmek için kendisine saklar. Durum böyle olunca paranın bir türlü eline geçmediğini anlayan Bakan, Sabit’i yanına çağırır ve uzunca bir süredir para alamadığından şikayetçi olur. Parayı gerçekten de Bakan’a yollamış olan Sabit, Bakan’ın ‘para bir türlü elime geçmiyor’ yolundaki yakınması üzerine çok şaşırır ve söylediğinin doğru olduğunu tekrarlar. Bakan bunun üzerine onu ve Camoka’yı gerçeğin anlaşılması için yüzleştireceğini söyler. Böylece kimin doğru söylediğinin, kendisine ulaştırılması gereken paranın nerede olduğunun anlaşılacağını söyler. Sabit Camoka ile yüzleşmeyi kabul eder, eder ama Camoka gibi azılı bir adamın parayı aldığı halde ‘almadım’ diyor olması onu iyice kuşkulara düşürür. Hatta Camoka’nın kendisini yüzleştirme gerçekleşmeden öldürebileceği düşüncesine kapılır. Bu nedenle Bakan’ın ortalıktaki en büyük ‘iktidar’ rakibi olan Haberlama Örgütü’nün başındaki müsteşarın kapısını çalar. Durumu açıklar. Haberalma örgütünün kendisini Camoka’ya ve Bakan’a karşı korumasını; korunduğu taktirde işlerine yarayacak önemli bilgiler verebileceğini belirtir. Haberalma örgütü müsteşarı Egemen Terzi, Sabit’in getirdiği teklifi olumlu karşılar. Sabit’in ona vereceği bilgilerin Bakan’ın her anlamda aleyhine olacağını sezer. Dolayısıyla Sabit’i korumaya söz verir. Sabit Haberalma örgütüne bülbül gibi öter. Ne yazık ki Haberalma Örgütü alabileceği bilgilerin azami miktarını aldığına kani olduktan sonra Sabit’i yeterince ‘korumaz’. Sabit Camoka tarafından (yüzleşme gerçekleşmeden önce) öldürülür.


Haberalma Örgütü Sabit’in öldürülmesi olayını müteakip Camoka’yı ve Camoka’nın adamlarını ele geçirir. Camoka’nın adamları öldürülür. Haberalma Örgüt müsteşarı Egemen Terzi, Camoka’ya infaz edilmeden önce kendisi için çalışması teklifinde bulunur. Kendisi için çalışırsa Camokanın canını bağışlayacağını ve onu koruyacağını söyler. Yeni bir kimlik, estetik ameliyat sonrası yeni bir yüz ve her türlü olanağı sağlayacağını ve onu koruyacağını belirtir. Gerçekten de Egemen’in grubu, Camoka’ya çok benzeyen sıradan bir insanı ortadan kaldırıp; sanki Camoka defnediliyormuş gibi sahte bir cenaze töreni düzenlerler. Egemen Terzi’nin Camoka’ya yaptığı bu teklifin sonrasında TV’lerde Bakan aleyhine karalama kampanyaları başgösterir. Bu kampanyalarda Sabit’in video-kasede kaydedilmiş itiraflarına da yer verilir. Sabit,  videolarda Bakan’a haraç ödediği halde haracı almamış gibi yaptıklarını söyler. Bu lafların sonrasında ise konu, itirafları yapan Sabit’in öldürülmesine getirilir ve Sabit’i ‘fazla konuşmasın’ diye Bakan’ın öldürttüğü ileri sürülür.


Sabit’in Camoka tarafından öldürülmesini müteakip rahatlaması gereken otel ve kumarhanenin sahibi Devrim’in başına yeni bir dert açılır. Bu dert, mekanına salt kendini korumak için getirttiği illegal örgütün Devrim’den habersiz gerçekleştirdiği bir bombalama faaliyeti neticesinde ortaya çıkar. Devrim’in oteli ve kumarhaneyi korumak için getirdiği grup, bir süre sonra davalarına hizmet amacıyla şehrin bir kahvehanesinin tuvaletine bomba koyma kararı alır ve kararı uygulamaya sokar. Ancak tuvalete konan bomba zamanından önce patlar ve eylemin gerçekleştirilmesinde gözlemlenen bu durum polisin olayın faillerini daha kolay biçimde tespit etmesini sağlar. Devrim polisin olayı soruşturduğunu ve otele gelip herkesi sorgulamaya başlayacağını fark edince korkuya kapılır; çünkü böyle bir eylemi yapan grubu kim olduklarını bile bile otelinde barındırmıştır. Dolayısıyla sığınacak bir yer arar ve tesadüfen o anda otelde bulunan Havva’nın evine gider. Bu ‘sığınma’da, Havva’nın Devrim’e duyduğu örtük ilginin de payı sözkonusudur. Ne yazık ki Devrim ve Havva da bir süre sonra soruşturmayı derinleştiren polis tarafından ele geçirilip hapse gönderilirler. Havva’nın kardeşi bir süre sonra (Havva hapishanede iken) vefat eder. Avrasya Maratonu’nun koşulmasından az bir zaman önce Havva hafifletici sebepler gözönüne alınarak serbest bırakılır. Havva’nın hapisten çıktığı gün Televizyonlar Bakan’ın Camoka’nın saklandığı yerde bulunan cesedine ait görüntüleri yayınlarlar.

Havva maratonun koşulduğu gün kardeşinin mezarını ziyaret eder. Aynı güm maratonun bitişine yakın bir yerde öldürülme korkusundan panik halde sağa sola rastgele telefon eden bir polis komiseri telefonda karşısına rastgele çıkanlara etrafta çok kötü şeyler olduğunu söyler. Komiser, bütün bu olaylar sırasında perde arkasında olup bitenleri az çok bilmekte ve tam da bu nedenle öldürülmekten korkmaktadır.

Yönetmen Görüşü:
Filler ve Çimen, yirminci yüzyılın sonlarında köşeye sıkışmış Türkiye insanını araya estetik mesafe koyarak taze bir bakış açısı ile anlatmak amacındadır. Filmde kaosun hüküm sürdüğü bir atmosferde sosyal, ruhsal, fiziksel tuzaklarla çevrili karakterleri; iktidar ilişkileri çerçevesinde, insani boyutlarını unutmaksızın kapsamlı bir biçimde yansıtma derdinde olduğumuzu söyleyebiliriz.

Hikayede sosyal panoramayı geniş ve derin biçimde verebilmek için altı karakter ile çoklu olay çizgisi bir arada varolmakta, birbirlerini tetikleyip, karşılıklı olarak etkilemekte, bazen sadece karşılaştırma imkanı yaratmaktadırlar.  Filler ve Çimen bir başka yaklaşımla, bir arada varolan bütün bu olay ve karakterlerin yarattığı çoğulluk, karmaşa ve kaosun filmi diye nitelendirilebilir.


Hikaye, hem ahlaki erozyana bulaşmış bir toplumu yansıtmakta; hem de kaosun içinde ayakta durmaya çalışan insan ruhunun alabileceği biçimleri sergilemeye çalışmaktadır. Hakikati ortaya serme çabasında farkındalık ile meselelere mesafeli tavır, filme hakikate saygı duyan güçlü bir taraf bağışlamıştır.  İlaveten çizdiği tüm kötü koşullara rağmen son tahlilde umut duygusunu koruyan bir yanı vardır.  Gerçekten de üzerinde daha önce pek az (veya hiç) sinema filmi üretilmemiş gladio konusunu, farklı bir yaklaşım, üretim metodu ile ele alan bu eserin gerçekleştirilmiş olması bile mütevazi de olsa bir umudun varlığına işaret etmektedir.


Filmin üretildiği tarihten itibaren onyıllar geçtiği halde benzer konuya odaklanan başka bir eserin ortaya çıkarılmamış olması, Filler ve Çimen’in alanda ilk kez üretilmiş eser olmaktan kaynaklanan değerini zamanla yükseltmiştir. Ek olarak, filmin ele aldığı konuyu tasarlama ve söyleme konusunda sergilediği cesarete Türk sinema tarihi içinde ender rastlanmaktadır. Ayrıca yapıt Türk sinema tarihi içinde tarihsel, toplumsal, politik bir meseleyi ton, yaklaşım, yapı, karakterizasyon bakımından ayrıksı, kuşatıcı, derin bir kavrayışla ele almaya gayret eden bir özelliğe sahiptir. Sayılan nedenlerle, Filler ve Çimen sinema tarihi içinde öncü ve esin verici bir film olma niteliği taşımaktadır.

Yıl:

2000

Yazar & Yönetmen:

Derviş Zaim

Oyuncular:

Bülent Kayabaş • Ali Sürmeli • Sanem Çelik • Uğur Polat • Haluk Bilginer • Taner Barlas • Taner Birsel • Arif Akkaya • Erdinç Olgaçlı • Nadi Güler • Rıza Sönmez • Emin Gürsoy • Berke Üzrek • Mustafa Uzunyılmaz • Berkun Oya • Mesut Akusta • Ümit Çırak • Burak Öztürk • Celal Perk • Ezel Akay

Yapımcı:

Ali Akdeniz

Uygulayıcı Yapımcı:

Bahadır Atay

Sanat Yönetmeni:

Mustafa Ziya Ülkenciler

Görüntü Yönetmeni:

Ertunç Şenkay

Kurgu:

Mustafa Preşeva

Müzik:

Serdar Ateşer

Yapım Koordinatörü:

Fatmanur Sevinç

AFİŞLER

FOTOĞRAFLAR

KAMERA ARKASI

Fragman ve Filmden Parçalar

İzle

Dilerseniz itunes üzerinden satın alarak veya kiralayarak izleyebilirsiniz.

MEDYADAN

DIŞ MEDYA
TÜRK MEDYASI
Alin Taşçıyan , Sanki Gerçek, Milliyet, 06.01.2001

Derviş Zaim’in ‘Filler ve Çimen’i öncelikle, çok sağlam bir tekniğe sahip. Senaryo, çok sayıda olay ve kişilik içeriyor. Hepsinin kesişmesi bir karmaşa yaratacakmış gibi dururken ustalıkla birbirine bağlanıyor. Ne yazık ki gerçeklikte de durum böyle. Bir bakan, MIT, CIA, polis, özel tim, mafya, uyuşturucu karteli, kumarhane, sahibi, PKK kimin eli kimin cebinde belli olmayan ilişkiler içinde. Dolayısyla bu ilişkilerin, bir çok kişi ve olayın birebir karşılığı ‘Filler ve Çimen’de var. Bakan Aziz Bebek Mehmet Ağar’dan, Camoka ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım’dan, otel sahibi Ali kansız öldürülen kumarhaneler kralı Ömer Lütfü Topal’dan esinlenilmiş. Ancak Zaim, belgesel değil kurmaca çektiğini bilincinde. Kişiliklere komik isimler vererek, ironik bir film gerçekleştirilmiş. Bir yandan da bu kanlı para-iktidar savaşımına, Alevi inancıyla, Hızır Aleyhisselam’dan yardım beklentisiyle mistik bir boyut kazandırmış

Öykü her ne kadar girift de olsa filmin algılanmasında, dikkatle izleyip dinlendiği sürece, hiçbir pürüz yok. Öte yandan filmin sıradan bir politik yapımmış gibi izlememekte yarar var. Filmin mistik ögeleri, mucize beklentisi, gönderme, simge ve metaforları  ancak dikkatle izlenince ne kadar incelikli olduğu anlaşılabiliyor.

‘Filler ve Çimen’ günümüz Türkiye’sinin bir profilini çıkarmıyor yalnızca; benzer koşullarda her ülkede oluşabilecek yoz bir düzenin insan yaşamını nasıl çıkmaza soktuğunu, karanlık çıkar ilişkilerinin masum insanları ezip geleceği tehdit ettiğini gösteriyor. Böylece para ve iktidar odaklarının yasa dışı işbirliğini açık açık sergileyen cesur bir film olmasının da ötesine geçerek, konu aldığı ortamda insan ruhunun örselenmesini de yansıtabiliyor. ‘Filler ve Çimen’ sığı bir anlatıma işaret eden ‘toplumsal içerikli’ tanımlamasını aşıp bireyi de ön plana çıkarıyor.

Cumhur Cambazoğlu - Cumhuriyet 05.01.01

Yan tipleriyle ve olaylarıyla daha da genişleyen bu kadar fazla öyküyü, hiçbir kahramanı öne çıkarmadan, teknik açıdan son derece basit, çok başarılı anlatıyor Zaim.

Tunca Arslan – Radikal, 8 Ocak 01

Son üç beş yıla gelinceye kadar çoğu yönetmenimizin iki temel ‘bahanesi’ vardı. Bir, ‘Para yok’ denirdi, ‘o yüzden yeterince iyi film yapamıyoruz’…İki, ‘Bazı konular tabu, üzerlerine gitmek sakıncalı’…Şükür ki bazı genç yönetmenler ortaya çıktı, az parayla da gayet iyi film yapılabileceğini, ‘biraz cesaret’ ve politik duyarlık sayesinde gündemin yansıtılabileceğini gösterdiler. Derviş Zaim ‘Tabutta Rövaşata’nın ardından ‘Filler ve Çimen’le de ‘bahane yokediciliği’ni sürdürüyor! Kısaca, ‘Susurluk’la biçimlenip ayyuka çıkan, artık çuvala sığmayan mızrağın, yani Gladio’nun Türkiye ayağının resmini çiziyor ‘Filler ve Çimen’. MİT’in, CIA’nın, kontrgerillanın, polisin, eski ülkücülerin, özel timcilerin, bakan düzeyindeki kimi politikacıların, tetikçilerin, otel ve kumarhane krallarının, Güneydoğudaki düşük yoğunluklu savaşın ve büyük kentlerdeki yansımalarının, PKK’nın, eroin ticaretinin yarattığı bir mızrak ya da ‘Gladio’, tanımı gereği söylersek, bir ‘kılıç’ bu. Zaim, ‘filler’ olarak tanımladığı bu çelik çekirdeği, kendi öyküsündeki ‘çimen’in, yani Avrasya Maratonuna hazırlanan atlet kız ile askerliği sırasında yaralanan kardeşinin üzerinden anlatmayı tercih ediyor. Bu açıdan bakıldığında, filme oldukça başarılı bir öyküleme tekniğinin ve kurgu anlayışının damga vurduğu söylenebilir… Ve en önemlisi, ‘Derin devlet’ söylemleriyle atılan sis bombalarının tersine, sisi mümkün olduğunca dağıtmaya yönelik sanatsal bir çaba… Filler ve Çimen çok başarılı görüntü çalışmasından farklı mekanları (ev, otel, hücre, müsteşar odası, kamara, açık arazi) kullanımındaki ustalığa kadar, anlattıklarının tersine garip bir sükunet içinde akıp giden, tıpkı bol bol karşımıza çıkartılan ‘ebru sanatı’ gibi hayranlık uyandırıcı yanları olan bir film, bir yapımcılık gösterisi. Aslında bir anlamda tabutta rövaşata!

Murat Özer, Haftalık Antrakt, Sinema, 13-19 ekim 2000

Böylesi zor, bir o kadar da karmaşık bir olay örgüsüne sahip görünen ‘Filler ve Çimen’deki karakterler mozaiğinin altyapısını kusursuzca oturtan Derviş Zaim’i kutlamaktan başka yapacak bir şey yok. ‘Tabutta Rövaşata’ ile gerçekleştirdiği çıkışı hız kesmeden sürdüren yönetmeni, Türk sinemasını ‘kurtaracak’ genç kuşağın temsilcileri arasında katmak da yanlış olmaz sanırız.

Atilla Dorsay Sabah 08.01.01

Zaim, filmini şaşılacak bir ustalıkla kurmuş ve anlatımı da son kertede başarılı. Art arda gelen olayların şiddet ve yasadışılığın karanlık gölgesi, Havva’nın ebru çalışmalarının şimgelediği bir saflık ve güzellik duygusuyla bir ölçüde dengeleniyor. Yönetmen, bunca pisliğe karşın yaşamın bir su gibi tüm doğallığıyla akıp gideceğini ve hayatın süreceğini bize müjdeliyor sanki.

Cem Altınsaray - Radikal İki, 14.01.01

Tümüyle Türkiye’deki bir üretimle, geleneğin, kalıpların ve alışkanlıkların dışına çıkılabilindiğini görmek ne güzel. İlk filmi ‘Tabutta Rövaşata’ ile bir ölçüde çığır açmış yazar, yönetmen Derviş Zaim, bu kez de yasak sularda yüzmek suretiyle çığır açıyor. Sinemamızın en sorumlu, en sert ve en politik filmlerinden birine imza atıyor.  Hepten birbiriyle tebelleş olmuş, varlıklarını diğerlerininkiyle besleyen yasal ve yasadışı kurumları perdeye taşıyor. Kara paraya göz yuman, uyuşturucu trafiğine geçit veren, kanla beslenen, ‘katil devlet’e çatıyor; ipliğini pazara çıkartıyor… Zaim, el attığı onca hassas konuya sözünü sakınmadan, kıvırtmadan direkt bir bakış fırlatıyor. Diskura başvurmuyor, kafa ütülemiyor, militanlığa soyunmuyor, hem!  Uslüp olarak da halihazırda karikatür tadındaki hal ve şeraiti, bu tadı koruyarak anlatma yoluna gitmiş…İyi de etmiş. Hikayeyi zaman ve mekan dolayımında , üzerinden izlediğimiz maratoncu kız karakteri epey manidar. Kirlenmenin ta göbeğinde kaldığı halde olan biteni göremeyen bu kız, Kieslowski’nin eşsiz ‘Veronique’in Çifte Yaşamı’ndaki özdeş karakterlerin durumunu anımsatıyor. Ruhunu bambaşka seslerin, aydınlığın izini sürmesiyle de filmin, filmin anlattığı gerçekliğin umuda açılan penceresi oluyor.

Sevin Okyay, Radikal – 6.01.01

Derviş Zaim, ritmiyle de dikkati çeken ikinci filminde malzemesine çok daha hakim görünüyor. Çeşitli sinema ekollerinden ödünç aldığı yöntemleri filmine kolayca yedirmiş. Karşımızda iyi yönetilmiş, ritmi çok sağlam bir film var.

Fikri Sağlar – Radikal 12.01.01

Filmi, yıllardır kirli ilişkileri açığa çıkarma mücadelemizde çok önemli bir katkı olarak görüyorum.

Erdal Atabek – Cumhuriyet – 12.01.01

Bu cesaret isteyen konudaki çalışması için herşeyin ötesinde Derviş Zaim’i kutlamak gerekiyor… Yönetmen bu filmle olayların birbirleri ile bağlantılı olduğunu, çıkar ilişkilerinin de halkın gereksinimleri ile hiçbir ilgisinin olmadığını göstermek istemiş. Büyük ölçüde bunu başarmış.

Sabah 5.01.01

Filler ve Çimen Türkiye’yi o kadar yansıtıyor ki, izleyenler karakterleri gerçek sanıyor… Film Türkiye’nin son yıllarda karşı karşıya kaldığı mafya, devlet, çete arasındaki karmaşık ilişkiler yumağını akıcı bir kurguyla gözler önüne seriyor.

Uğur Vardan – Yeni Binyıl – 5.01.01

Yönetmen Derviş Zaim, ikinci filmi Filler ve Çimen’de…bu iki kutbu, sistemin arka planındaki yüzlerle halkı aynı öykünün içine atıyor ve yaşanan kaosun kısa bir özetine soyunuyor. Mesajını zarifçe veriyor…Olayları sadece belli bir akış sırası ve görüntüler aracılığıyla vermeye çalışmakla iş bitmiyor elbette. Nitekim Zaim’in filmi de araya yönetmenlik kumaşını korumaya çalışan yapımlardan… Filler ve Çimen’in bence en önemli özelliği, sıradan seyirciyi de içine hemen kabul edecek ve meselelerini onunla sesini yükseltmeden tartışabilecek bir film olması.

Zeynep Oral - Milliyet 11.01.01

Beni asıl etkileyen harika bir sinema diline sahip olmasıydı. Ve bu sinema dili ile yaşamın çok yönlülüğü, girift ilişkiler ağı, yaşamın tüm karmaşası iletilirken, ne kadar benim onlarla ilgim yok desek de fillerin tepişmesi birey olarak hepimizin önünde bir tehdit olarak duruyor.

Hızır Tüzel – Radikal 14.01.01

İzlerken heyecanlandım. Sonra etkisinden kurtulamadım.

Rıza Kıraç – Yeni Gündem, 7 Ekim 2000

Derin devlet sendromunun kaynağı, para ve iktidar ilişkileri ilk defa bir filmde böylesine dolaysız anlatılıyor. Filler ve Çimen’de bir türlü ‘ağar(amayan)’ politikacıları, bir türlü ele geçirilemeyen ‘Yeşil(ler)in’ sinemadaki karşılığını, kirlenmiş, yozlaşmış ‘sol’ örgütlerin artık sadece saplantılı ‘narodnik’ siluetlerini, uluslararası uyuşturucu pazarının Türkiye mümessillerini ve bu insanların ‘bekası’ için harcanan suçsuz insanları anlatırken, siz izleyici olarak yok canım, bu kadar da değil diyebilirsiniz. Ancak ‘Filler ve Çimen’ hem hikayesi, hem de cinayetleriyle hiç de abartılı değil; tam aksine bu toprakta dönen pisliklerin sadece bir kısmına değiniyor.

Barış Bardakçı – Akşam

Türk sinemasında altın harflerle yazılacak, aşılması güç, her izleyişte keşfedilecek bir başyapıt.

Radikal

Eleştirmenlere göre son yılların en iyisi.

Ahmet Demirhan – Gerçek Hayat

Amerikan filmleri dahil, sezonun en iyi filmlerinden biri.

Meral Akşener, Milliyet – 14.01.01

Güzel ama abartılı.

Recai Kutan, Milliyet, 21.01.2001

Çok farklı ve başarılı buldum.

Vedat Türkali, E dergisi, deneme

Lütfen gidin, iğrençliklerimizden nasıl güzel bir sanat eseri çıkarılabileceğini siz de görün. Ülkeye karabasan gibi çökmüş mafya, gizli polis örgütleri, devlet çetesi bataklığında kıvranıp duran insanlarımızın kanamalı serüvenini ibretle izleyin. Ülkemizde böyle bir film yapılmış olmasından umarım siz de benim gibi onur duyacaksınızdır…Keyifle seyredin filmi. Çevresi geniş düş gücüne dayalı çekimlerle, iyi seçilmiş ‘mekan’larda özgün resimleme zevkiyle etkileyici atmosfer yaratabilen filmin senarist yönetmeni Derviş Zaim’in adını da aklınızda tutun! Kanımca sinema dilinin daha çok güzel ürünler bekleyebileceğimiz ustalarından bir Derviş Zaim.

Filiz Cemsu, Kadınlar Dünyası, 17.02.2001, s.24-25

Anlaşılan o ki, sinemamızın eski ustalarının bile popüler tuzaklara düştüğü bir sanat sinema ortamında, hala kendi yağıyla kavrularak birşeyler yapma isteğinde olan yönetmenlerimiz var. Onların, Türkiye’yi siyaset, medya kurumları aracılığıyla kirletenlerin siyasi-estetik ideolojilerine karşı, kameralarıyla dikilmeleri sevindirici. Derviş Zaim’in son filmi, son yollarda yapılmış en cesur siyasi sinema örneği. Yeni sezondaki yerli filmlere göz attığımızda, Zaim’in sinemasıyla diğerleriyle arasına kalınca bir çizgi çizdiğini görebiliriz…İşte bu kötü gidişatı Derviş Zaim’in ‘Filler ve Çimen’i durdurdu. Bu ülkenin sorunları içinde dert olmuş bir yönetmen, taşları yerine doğru koyarak Türkiye’li sinemaseverleri elleri boş göndermedi. Ve en azından bu sezonun başı için konuşursam, Türkiye Sinema Tarihi’ne girebilecek tek filme imza atmış görünüyor…Yönetmen bize uluslararası başarılı bir atlet olan Havva’nın geçim zorluklarını anlatırken, Doğu’dan gelen insanların kaldıkları yerleri gösterirken, Gazi gencimizin parasızlıktan nasıl bir yaşam sürdüğünü belgelerken, aslında ekonomik adaletsizliklerin de beyazperdede bir dökümünü yapmış. Bu adaletsizlikler sürüp giderken Havva, kendi yaşamına benzer bir sanatla uğraşmakta; ebru yapmaktadır. Ebruda oluşan rastlantısal renk ve desenlerin, onun hayatını bir trajediye dönüştürecek siyasi-ekonomik  olaylardan bir farkı yoktur. Yönetmen, ebru sanatının kendisine ‘kaosu’ anımsattığını söylüyor. Öyle olsa gerek. Sonuçta kaos dediğimiz şey rastlantılarla zorunlulukların karabasana dönüşen karmaşası değil midir? Havva gibi, çimenlerin hayatları da rastlantısaldır. Nitekim Havva’nın bin bir çeşit dalaverenin yanıbaşından teğet geçer gider. Fakat bir gün gelir, teğet geçemeyeceği alanlar içerisine giriverir. Daha doğrusu teğet geçilebilecek bir yer kalmamıştır! İşte yönetmen bir yandan Havva’nın yaptığı ebruları seyretmemize izin verirken asıl ebruyu kendisinin yaptığını, ustalıklı kurmacasıyla bizden gizler. Dolayısıyla asıl ebrunun, filmin kendisinin olduğunu söyleyebiliriz. Boyaları serpiştiren, bu sefer Zaim’dir ve aldığı şekilleri biz beyazperdede izleriz.

Tuna Erdem, ‘Dört Fil ve Araba Muamması’, Radikal, 04.01.2001

Bir dönem toplumsal muhalefeti, sadece mizah dergilerinde dile getirebilmiş bir ülkede, mizahın evrensel özelliklerinden biri olan siyasi gücünün farkında olmamak mümkün değil.  Gelgelelim belki de aynı nedenle, mizahın karikatürize etmekten ibaret olduğunu düşünmeye, karikatürü de tipik hatların abartılmasına indirgemeye meyilliyiz. İşin en vahim yanı ise, çizginin dünyasından, mizahla tanımlanmış çerçeveden ayrıldığımız anda, neyin mizah kategorisine girdiğini anlamakta güçlük çekmemiz, söylenenin tam tersini dile getirme amaçlı sarkastik metinleri, söylenene alaycı gülümsemenin mesafesinden yaklaşmaya davet eden ironik söylemleri, eleştirdiğinin tıpkısını abartarak yeniden üretmeyi de gerektiren parodiyi, muhatabanın adını bile anmadan yapılan ince taşlamayı, en olmadık yerde mizah aramayı zorunlu kılan kara mizahı, kısacası kendini düpedüz mizah olarak sunmayan herhangi bir şeyi ciddiye almaya fazlasıyla teşne olmamız. Karagöz’ün ipleriyle çıtası gözlerden uzak tutulduğu anda, izlediğimizin bir gölge oyunu değil, gerçeğin yansıması olduğunu düşünmeye başlıyor, şakayı kaka yapıveriyoruz.

Bu bağlamda sinema sanatı ayrı bir şanssızlıktan mustarip zira, siyasi film denilince aklımıza mizahın antitezi geliyor adeta. Bakış açımıza göre sıkıcıdan kutsala açılan bir yelpazede yer alıyor siyasi film ve konu siyasi gerçekler olduğunda mizah ögesi işi sulandırmak olarak algılanmaya başlıyor. Kötü çekilmiş filmleri, komedi filmi gibi gülerek izleme alışkanlığımız da bu duruma tuz biber ekiyor, siyasi bir filme olsa olsa kötü çekildiği için gülünebileceği refleksinin doğmasına neden oluyor. Kuşkusuz sinema üretiminin azlığı bu durumu kangren haline getiren faktörlerden biri.  Yeterince farklı ve çeşitli örneğiyle karşılaşmaya alışkın olmadığımız bir alanda, elmalarla armutları karıştırmak, kıstas azlığından dolayı kaçınılmaz hale geliyor.

Derviş Zaim’in ‘Filler ve Çimen’ filmi böylesi bir çerçevenin ortasına düşüyor. Susurluk ve derin devlet, uyuşturucu ticareti ve mafya, yolsuzluk ve rüşvet, terörizm ve PKK gibi ağır siyasi meseleleri konu edinen, ilk filmiyle sayısız ödül alarak ‘ciddi’ yönetmen imajının seyircinin zihninde oluşmasına sebep olan Zaim’in imzasını taşıyan bir filmin alımlanışı kategorik beklentiler tarafından belirleniyor. Filmdeki mizah ögesi tümden görmezden gelinmediğinde, ‘keşke karikatürüze edilmeseymiş, keşke sulandırılmasaymış’ gibi yerinmeler dile getiriliyor,  ya da ‘güldüğüme göre gülünç, kötü bir film bu’ yargısına varılıyor.  Sabit Üzücü, Devrim Kansız, Aziz Bebek gibi karakter adlarına sahip bir filmde mizaha yer verilmediğini düşünmek olanaksız. Gelgelelim bu mizah, genelde ciddi bir filmde yersiz kaçan bir karikatürüze etme çabası mı, yoksa filmin genel yaklaşımının bir uzantısı mı? Belki de sorun, filmdeki mizahın isimlendirmelerdeki kadar bariz olmamasından, tam da karikatürize etmeyen ince bir mizahın, alttan alta işleyerek sayısız konusunu  teyelleyen temel bağ olarak kalmasından kaynaklanıyor. Öyle ya havaya avuç avuç kokain fırlatan bir elden, lapa lapa yağan kara geçiş yönetmenin kör kör parmağım gözüne bir sembolizme soyunduğunu da düşünmek mümkün, ağızlara sakız olmuş bir ‘temiz toplum’ kavramına ince bir alayla yaklaştığını da. Filmin daha ilk karesinde, siyah bir kordona dolanmış çıplak bakan karakterini bir absürd mizah olarak algılayıp makaraları koyuvermek de mümkün, tatsız bir abartı olarak bakmak da. Haluk Bilginer’in inanılmaz bir başarıyla oynadığı mafya babasının itirafları sahnesinde ister istemez güldüğünüzde, abartılı bir karikatüre güldüğümüzü de düşünebiliriz, yüzlerce kez duyduğumuz hamasi sözcüklerin ardındaki komediyi ilk kez bu kadar net gördüğünüz için güldüğümüzü de. Filmin siyasal söylemindeki en büyük başarı, gündemdeki tüm olayları birbirine bağlamasına karşın, bunu bir komplo teorisi çerçevesine oturtmaması, bağlantıları bir ‘yanlışlıklar komedisi’ olarak sunmasında yatıyor. Düğmeye basan bir elin açığa çıkmaması, bağlantıların siyasi bir tezle açıklanmaması, kimileri için filmin siyasi ağırlığını azaltabilecek, kimileri için de filmin havada kalan gereksiz bir karmaşa olarak algılanmasına neden olabilecek bir tutum. Belki de sorun, yanlışlıklar komedisinden ibaret bir tabloyla kaşılaşmanın aslında en ağır, en yenir yutulur olmayan yorumlardan biri olmasıdır kim bilir.

‘Dört fil bir Volksvagen’e nasıl sığar?’ sorusuyla ünlenen şaka, ‘ikisi öne ikisi arkaya’ cevabıyla çoğu kişide gülme isteği yaratmadığından olsa gerek, ‘soğuk şaka’ olarak adlandırılır. Oysa buradaki mizah, bariz ve ilk akla gelen çözümün dışında, daha karmaşık açıklamalar aramaya teşne olmamızla ilgilidir ve gülersek başkasına değil, kendimize gülmemiz gerekir. ‘Filler ve Çimen’ filmindeki mizaha yaklaşımımızın ardında da, şakanın asıl muhatabının kendimiz olması, bariz olanı görmeme, kendi tepkisizliğimizi olduğundan daha karmaşık çözümler dillendirerek gerçeklendirme alışkanlığımız yatıyor olabilir pekala. Tıpkı Nasreddin Hoca’ya ‘hiç göl maya tutar mı?’ dendiğinde, ‘ya tutarsa’ cevabını vermesindeki mizahın muhatabının, fıkranın kendini çok zeki, pek gerçekçi sanan dinleyicisi olması gibi ‘Filler ve Çimen’in havuzda ebru yapan kahramanının görüntüsüyle, yani göle maya çalınmış olduğu gerçeğiyle izleyicisine veda etmesi de bundan olsa gerek.

Alin Taşçıyan – Milliyet – 7.01.01

Derviş Zaim’den bir rövaşata daha. Bu kez tabutta değil Türk sinema sahasında, çimen üzerinde. Top, portakal şeklinde ve altından. Ancak hak ettiği gibi şampiyonluğa ulaşamadı, lig üçüncüsü oldu. Portakalı taşıyan kız ise (Not: Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ödül heykelciği kastediliyor) gözlerindeki bağı çözüp teraziyi kendilerini tartmaları için eski ustalara veren adalet. Ancak jüri üyeleri o kadar adil değil. Altın Portakal’ı ‘Güle Güle’ kaptı ama ‘Filler ve Çimen’ ile Antalya’da izlediğimiz diğer filmler arasında açık bir fark var: Çağdaş sinema anlayışı. Bir kere en sağlam tekniğe sahip film ‘Filler ve Çimen’ idi.  Özellikle Zaim’in Mustafa Preşeva ile yaptığı kurgu dikkat çekici. Film, en küçük roldeki oyuncusundan  miksajına kadar titiz bir çalışmanın ürünü…

Zaim’in ‘Filler ve Çimen’i gerçekleştirmesi henüz çok genç oluşuna, ikinci filmini çekmesine vb. nedenlere bağlanabilir. Pekiyi, diğer filmlerin usta yönetmenlerindeki motivasyon eksikliği nereye bağlanabilir? En iyi filmlerini çektikleri dönemde ne basından,  ne de izleyiciden hak ettikleri ilgi ve desteği görmediler. Yeşilçam ekolünü Türkiye’nin değişimine, gitgide gençleşen nüfusa, gelişen teknolojiye uyarlama çabalarında yalnız kaldılar. Şimdi de eski ustaların bile hayretle karşıladığı bir nostalji histerisinin ortasına düştüler. Denize düşen yılana sarılır mantığıyla her yönüyle yozlaşmış bir deüzende, ellili, altmışlı  yılların duyarlılığına tutunmaya çalışan kitleyi sinema salonlarına çekme kaygısı kişisel biçemlerinden ödün vermelerine yol açıyor sanırım…

Türk sineması ülkenin geriye kalanı gibi filler ve fosiller tarafından yönlendiriliyor. Geçmişin iyi, güzel yanlarını kimse inkar etmiyor. Bu yüzden kötü, çirkin yanlarını da görmezlikten gelmeyelim.  Yozlaşmaya tepki gösterelim derken onlara neden olan marazı bugüne taşımamak gerek… Kaba mizah yerine soğuk bir ironinin, abartılı ve teatral bir oyunculuk anlayışı yerine doğal, ölçülü, dengeli, performansın çok daha etkili olduğunu Filler ve Çimen’i izleyerek gördük…Yeşilçam Yeşilçamdır. O zamanın kendine özgü nitelikleri, koşulları, duyarlılığı vardı. Yeşilçam filmlerini izler, değerlendirir hakkını veririz. Ama taklit etmenin ne Yeşilçam’a, ne geleceğe yararı yok. Fosilleri canlandırırsak alışmadıkları bir ortamda yine ölüp gider ve yaşadıkları sürede gözümüze ucube gibi görünmezler mi?

Fillerinse şakaya gelir yanı yok. Tepişiyor ve bizi, çimeni eziyorlar. Gerçek silahlardan gerçek kurşunlar çıkar. Derviş Zaim’in Filler ve Çimen’i gerçek bir silah. Hedefi buluyor. Diğer filmler henüz elini tutmadıkları sevgililerine lunaparktaki atış poligonunda gösteriş yapıyor.

Önceki Film

Sonraki Film