Yönetmenin Bakış Açısı:
(Filmin gerçekleştirilmesinden iki yıl önce -2004 yılında- kaleme alınan, hazırlık aşamasında Cenneti Beklerken’in kimi ekip üyelerine dağıtılan “yönetmenin bakışı” ile ilgili bir metni bilginize sunuyoruz. Bu metin Altyazı dergisinde yayınlanmıştır.)
Cenneti Beklerken’in dramatik yapısı, karakter özellikleri ile ilgili bilgileri tartışmak bu yazının konusu değil. Burada daha çok estetik yapı üzerinde duracağız. Çünkü filmin içeriği kadar biçimsel özelikleri de dikkat çekici olabilecek gibi duruyor. Çünkü içerik böyle bir dikkat çekici estetik yapıya elveren bir içerik. Şimdi filmimizin alabileceği muhtemel biçimsel özellikleri tek tek inceleyelim.
Film; gerçekçilikle bağının “cılız” olduğu varsayılan minyatür sanatından yararlanmak istemesine rağmen günümüz seyircisinin “gerçeklikle” olan algılarını uç noktalara dek bozmamalı kanısındayız. Bu nedenle stili oluşturmaya çalışırken geleneksel sanatlardan yararlanma derecemiz çok uç boyutlara vardırılmayacak; filmin tonunun “bütünüyle stilize” bir noktaya kaymamasına özen gösterilecektir. Tavrın altında birçok neden var. Tümünü de sıralamak istemiyorum. Bir tanesi, film aygıtının illüzyona uygun bir yapı arz etmesi biçiminde ifade edilebilir. Tavrımızın altında yatan bir başka neden filmin içinde Batı resmine ve onun olanaklarına da yer verilmiş olmasıdır. Dolayısı ile Doğu ve Batı resminin, belirli koşullarda kesişmeleri halinde etkileşimlerinden neler doğabileceğini tartışmaya çalışan bu film, farklı tarzları da kendi bünyesinde yan yana barındırabilir diye düşünüyoruz. Mesela minyatür sanatındaki ışık ve renk kullanımını ve o sanatın sinemadaki izdüşümlerini, Eflatun karakterinin yolculuğa çıkmasına kadar ve yolculuktan dönüşü sonrasında yoğun biçimde kullanacağız. Eflatunun yolculuğa başladığı noktadan itibaren filmin içinde Batı tarzı bir ışık ve renk kullanımı daha rahatlıkla yer alabilecektir. (Bu saptama ihlal edilemez bir yasak olarak algılanmasın. Yolculuk içinde de gerekli yerlerde minyatür sanatının kimi izdüşümlerini sinemasal olarak ifade edebiliriz. Esneklik her zaman iyidir.)
Filmde özellikle klasik Osmanlı minyatür sanatını yorumlarken ilgili sanatın şu temel niteliğini ön plana alacağız: Minyatürlerde nakşedildiği şekliyle zaman ve mekan oynak bir zeminde inşa edilir. Özerk düzlemler, çoklu bakış minyatür anlatımının bir parçasıdır. Minyatür sanatında gözlemlediğimiz bu farklılık da aslında daha geniş bir dünyayı algılama yönelimine işaret eder. Burada sinema alanında gerçekleştirmeye çalıştığımız şey de benzer biçimde ifade edilebilir.
Şimdi Klasik Osmanlı minyatürüne bu özelliklerin sinemasal bir dile nasıl aktarılabileceğine dair düşüncelerimizi sıralayalım. Minyatür sanatının kimi özelliklerinin filmde nasıl kullanılacağı hususunu , bakış açısı ve çerçeveleme, çekim ölçekleri ve dekor, renk ve ışık, geçiş sahneleri gibi başlıklar altında tartışabiliriz. Şimdi bu başlıkları sırayla ele almaya çalışalım.
Öncelikle minyatürde Batı resminin aksine daha farklı bir perspektif anlayışının bulunduğu noktası üzerinde durmamız gerekiyor. Minyatürün sahip olduğu tarz, yanılmıyorsam, “çoklu perspektif” ya da -kimi zaman -“paralel perspektif” diye adlandırabileceğimiz bir perspektif anlayışına denk düşmektedir. Filmin içindeki doğa planlarında; “çoklu perspektif”, bilgisayar canlandırma tekniği ile gündeme getirilebilir. Bu noktada; Çin dağ ve doğa resimlerini veya Osmanlı klasik minyatürlerini; onlara bakan bir insanda oluşan,- sanki resim farklı yerlerde bulunan insanların gözünden çıkmış izlenimini veren -yapıyı hatırlamaya çalışmanızı rica ediyoruz.
Bilgisayar yardımı dışında tutturulabilecek öteki muhtemel yollar şunlar gibi geliyor bana: Özellikle Anadoludaki sahnelerin başındaki inşa planlarında kameranın daha çok, yukarıdan aşağıya bakış açısı kullanılarak objeleri kaydetmesini sağlamaya çalışabiliriz. Bu kamera konumu, minyatürlerdeki gibi; çerçevedeki objeleri daha yukarıdan görmemizi sağlayabilecektir. Tavır, bize minyatürlerin birçoğunda bulunan çoklu perspektifi ve paralel perspektifi anımsatma ihtimali olan bir tavırdır. Birbiri ardında kaybolan, uzaklaşan dağ silsilelerini gözümüzde canlandıralım. Ya da bilgisayar yardımı ile aynen minayürlerdeki farklı düzlemlerin kendi adlarına varlıklarını sürdürmesini hatırlatacak şekilde görüntü içinde farklı düzlemler yaratabiliriz. Mesela görüntünün ön tarafına yerleştirdiğimiz birkaç metrekarelik bir düzlüğümüz var, o düzlüğün birkaç metre aşağısında başlayan ve ufka doğru uzayıp giden bir başka düzlük böylesi farklı, birbirinden bağımsız düzlemler duygusunu seyircide yaratabilir.
Bilgisayar animasyon dışında kalan başka bir uygulama ise şu olabilecektir: Çerçevenin ön kısmında bulunan objelerle, daha geride duran objeler arasında bir boyut yanılsaması oluşturmaya çalışabiliriz. Mesela, ön kısımda bulunan bir objenin boyutu arka kısımda bulunan bir objenin boyutundan daha küçük olabilir. Bu düzenleme bize minyatürlerdeki bir kuralı; önemli görülen bir figürün öteki önemsiz figürlere nazaran daha büyük boyutlarda bulunabileceğine dair kuralı, hatırlatır. Ama bu tarz da (Cenneti Beklerken’in seçtiği ton nedeni ile) yoğun biçimde kullanılacak bir tarz değildir. Belki düş sahnelerinde; ayna içine konacak figürler söz konusu olduğunda bu uygulama daha rahatlıkla gerçekleştirilebilir. Aynada önemli figürü boy olarak daha uzun, önemsizi kısa olarak gösterebiliriz.
Konu çerçeveye obje yerleştirmekten açılmışken şu ek önerilerde bulunulabilir. Genel bir stil olarak, özelikle Batı resminin estetiğinden göreli olarak daha fazla yararlanacağımız orta kısımda çerçevenin ön tarafına çoğunlukla bir obje yerleştirilebileceğimizi sanıyorum. Ön tarafa (ön düzleme) obje yerleştirirsek, ve o objenin bir kısmı kadraj dışına taşıyorsa çerçeve kendi dışındaki dünyanın varlığına gönderme yapacak şekilde oluşturulur. Derinlik duygusunu artırabiliriz bu sayede. Bu, mekanların bize hangi olanakları tanıyacağına, bu tür çerçeve düzenlemeleri için gerekli esnekliği verip vermeyeceğine bağlı olacak bu uygulama.
Minyatürlerde olduğu gibi, objeleri derinliği azaltıcı biçimde çerçeveye düz biçimde yerleştirmek akla gelen bir başka yoldur. Ama yine de filmin kimi yerlerinde (mesela yolculukta) derinliğin bir anlatım tarzı olarak kullanılmasına çalışılacaktır.
Çekim ölçekleri ve dekor konusuna gelindiği zaman öncelikle doğanın minyatür sanatındaki kullanılma şeklinden başlayarak düşüncelerimi tartışmak istiyorum: Minyatür sanatındaki manzara resmi Batı resmindeki benzerlerinden daha farklıdır. Osmanlı minyatürlerinin doğayı gösteren örnekleri sayıca pek çoktur ama bunların çoğunda odak, doğa görünümü değildir. Bir av, savaş, bir eğlence sahnesi bu bu minyatürlerin merkezindedir. Doğa bu esas konunun dekorudur. Fakat bu saptamanın dışına çıkan uygulamalar da yok değildir. Mesela Matrakçı Nasuhun nakşettiği kimi doğa ve kent görünümlerinde merkezi olabilecek hiçbir insana yer verilmemektedir. Biz filmde minaytür estetiğinden yararlanacağımız noktalarda, Matrakçının yaklaşımını yer yer kendimize temel almaya çalışacağız. Matrakçının doğaya yaklaşımı; Uzakdoğunun geleneksel resim sanatından kimi örneklere, Batı resmi ile kıyaslandığı zaman göreli olarak daha yakın durmaktadır. Uzakdoğu resim sanatında minyatür sanatı ile kıyaslandığı zaman “boş” doğa görünümlerine daha büyük bir önem atfedildiği farkedilecektir. Geleneksel Çin entellektüelinin baskın teması boş doğadır ve boş doğa resimleri yaparak Çinli ressam, doğayı anlayabileceğini, ona dönebileceğini ve ruhunu dinlendirip teskin edeceği bir yeri orada bulacağını düşünür. Bu durum filmimizdeki karakterin problemiyle paralellik arzeden bir durumdur. Eflatun karakteri tam da parçalanan bir bütünü nasıl eski hale getirebileceği sorunu ile boğuşmaktadır. Dolayısıyle bu tip doğa görünümlerinin Eflatunun dünyasını aydınlatmaya katkısı önemli olabilecektir. Eflatundan bağımsız olarak da gerektiği yerlerde insansız, genel planlara yer vereceğiz.
Doğanın filme birbaşka katkısı da renk anlamında olabilecektir. Bilindiği gibi minyatürlerde kullanılan renk genellikle yekpare ve aynı tondadır. Hemen hemen aynı renk tonunu kadrajın bütününde devam ettirebilen bir mekan akla minyatürlerde bulunan tepeleri, yükseltilmiş ufuk çizgisini çağrıştıracaktır. İç Anadolunun kurak, çıplak boz tepelerini hatırlamanızı rica ediyorum. Dekor hususunda söylemek istediğim son şey; kimi mekanların, bir minyatürde olduğu gibi yandan (kesit halinde ) kesilmiş gibi ele alınıp kameraya o halleri ile yansıtılmaya çalışılacaklarıdır. Savaş, yağma gibi nedenler sonucunda yanmış, kesitinden bölünmüş gibi duran yerleşim yerlerinin kullanılması; minyatürden yararlanma mantığına ek örnek teşkil edebilecektir. Kapadokyada peribacalarının kesitinden ayrılmış gibi duran görüntüsü bize böyle bir olanak tanıyabilir. İsyancıların bastığı ve dağıttığı böyle bir peribacası söylediğim estetiği gerçekleştirmek için uygun olacaktır.
Renk ve ışık konusundaki tavır ise Doğu ve Batı sanatlarındaki uygulamaların beraberce ama filmin değişik yerlerinde farklı yoğunluklarda kullanılmaları biçiminde ifade edilebilecektir. Batı resminde, perspektif duygusunun artırılması için mekan içinde rengin gitgide azalması söz konusudur. Oysa minyatür sanatında bu uygulama yaygın değildir. Minyatürde renk, mekanın ve uzayın ön, orta, arka bölümünde aynı yoğunlukta ve zenginlikte kullanılmaktadır. Filmde bu tip bir renk kullanımının “gerçeklik” duygusunu değiştireceği açık bir gerçektir. Dolayısı ile iki farklı tarz beraberce kullanılacaktır. Bir de renk kullanımının filmin içinde değişip değişmeyeceği konusuna yanıt aramamız gerektiğini düşünüyorum. Filmde renk kullanımı Doğu ve Batı resminin ağırlık kazanmasına doğru orantılı olarak ve bu mantık uyarınca değişebilir. Mesela, yolculuğa başladıktan sonra filmin renk kullanımı minyatürden ziyade Batı tarzı bir resmin mantığına göre belirlenebilir. Aynı şeyi ışık kullanımı için de söylemek mümkündür. Işığın minyatür sanatında “düz” ve “yekpare” bir biçimde uygulandığını biliyoruz. Renk kullanımına benzer biçimde filmdeki ışık kullanımı da yolculuğa başlama anından yolculuktan geri dönüş anına kadar daha Batılı bir ışık kullanımına doğru seyredebilir. Renk söz konusu olduğu zaman karakterlerin giysilerine dair birkaç söz eklemek gerekmektedir. Minyatürlerdeki figürlerin kostümlerinde canlı ve farklı renklerin ve gerçekçi betimlemelerin yer aldığı söylenir. Bu tavır filmimizde kullanılacaktır. Osmanlı minyatürleri İran minyatürlerine nazaran daha dünyevi, “gerçekçi”, sade tarzda üretilmiş minyatürlerdir ve film bu özellikleri dikkate almaya çalışacaktır. İstanbul sahnelerinde giysiler bu mantıkla inşa edilecektir.
Yolculuk esnasında zamanın geçişini, kat edilen mesafelerin büyüklüğünü seyirciye kısa ve öz biçimde aktarmak için kimi yerlerde montaj sekanslar kullanılacaktır. Bu “sıkıştırılmış sahnelerde” minyatür sanatından geniş biçimde yararlanılması düşünülmektedir. Grubun İstanbuldan ayrılıp Anadoluya gidişi ve ilk kez bir mola yerine uğraması bu tip uygulamanın ilk örneğidir. Bu sıkıştırılmış sahnelerde, normal görüntülerden minyatürlere, minyatürlerden normal görüntülere animasyon tekniği ile “yumuşak geçiş” yapılması öngörülmektedir.
Bu geçişler esnasında stilizasyona olabildiğince yer verilebilecektir. Mesela, Matrakçı Nasuhun gerçekleştirdiği kimi doğa ve kent minyatürlerinde kaleler çerçevenin üst tarafında başaşağı, ters durabilmektedir. Bu tip bir uygulama montaj sekans sona erip de gerçek görüntülerle başbaşa kaldığımız zaman da devam ettirilebilir. Mesela minyatürde olduğu gibi başaşağı duran gerçek kale görüntüleri montaj sekansın sonunda kullanılabilecektir. Ayrıca sinemasal bir anlatım için zenginleştirici bir öge olarak kullanılması gereken bir husus da şu olabilir: Matrakçı Nasuh Irak seferini anlattığı minyatür albümünün sayfalarını bir birbirine bağlamak adına kimi zaman hayali dağları, gerçekte olmayan nehirleri albümün sayfalarına nakşetmiştir (Uşun Tükel’in Resmin Dili adlı kitabının 64-71. sayfaları konu ile ilgili bilgi etraflı vermektedir.) Benzer bir mantıkla yola çıkarak şu yapılabilir: Filmde atlarla yapılacak yolculuğu blok halinde alınacak bir kocaman kaya kütlesi ve o kaya kütlesinin içine yerleştirilecek kovuklardan bakarak anlatmayı deneyebiliriz. Her defasında farklı bir zaman ve mekana açılacak olan o kaya bloğuna serpiştirilmiş çeşitli delikler, filmdeki karakterlerin yolculuğunun değişik bölümlerini anlatmamıza neden olabilir.
Son olarak ses kullanımından bahsedeyim. Ses bilindiği üzere çerçeveyi, çerçeve dışında başka şeyler olabileceği ihtimaline karşı genişletir. Buna ek olarak çerçevede gösterilen şeyin anlamını sesi bir metafor olarak kullanıp yine değişikliğe uğratabiliriz. Şehzade Danyalın tutsak olarak bulunduğu kapalı alanda habire dış ses olarak uçuşan güvercinlerin kanat seslerini, ürken kuşları yerleştirelim. Bu az önce sese dair bahsettiğim iki fonksiyonu da yerine getireceğimize dair küçük bir örnek teşkil edecektir. Nasıl? Dışarıdan gelen kanat sesleri sayesinde çerçeve kendi dışını işaret etmeye yarayabilecek, ikincisi de kaçmak isteyen şehzadenin hayatında hiç istemediği bir tutsaklık noktasına sürüklenip orada kalakalmasının bir metaforu olarak yine anlatım için işimize yarayabilecek.
Son not: Esneklik herzaman iyidir. Gerektiğinde yukarıda söylediğim şeyler esneyebilir.